Devrime Akan, Devrimle Yaşayan Bir Yürek; Ceren Güneş – DKP/Birlik

1017

Tarih, bazen akmaz, durur. Durması, bir mefhum olarak zamanın yetersizliğinden ya da tarihi koşullayan yapıların verili oluş halinden kaynaklı değildir. Esas olarak, zamanın, üstünde seyir aldığı mekan ile uyumsuz olmasından kaynaklıdır. Bu anda, mekana içerili olan tüm verili oluş hali bozulur. Bu bir çarpışma halidir. Akış durur ancak tarih, çarpışmanın ortaya çıkardığıyla, o duruşun içerisinde bir devinim kazanır. Bir nehir misali; köpürür. Tarih akmaz ama özü meydana çıkar. Hakikat yani komünizm, o özde belirir. Aslında bu bir kırılma anıdır. Devrimcilik, bir yanıyla, o meydana çıkan özü özümsemeye ve devrime ait kılmaya çalışmaktır. Kırılan fayın üzerinde yürüyebilme, açılan dehlizlerin içerisine girebilme cüretidir. Olağan akıştan kopuş ancak böyle gerçekleşir. Eğer, öz özümsenemez, o kopuş gerçekleşmezse, hakikat yitime uğrar; su, çürür. Devrimcilik, diğer bir yanıyla da, çürüyen suyu, yeni taze nehirler ile buluşturmak için azmetmektir. Gerekirse kurak bir toprakta, gerekirse balçıkta, kanal açmaktır; tünel kazmaktır.

DKP/Birlik Merkez Komite üyesi Ceren Güneş yoldaşın ölümsüzleşmesinin ikinci yıl dönümündeyiz. Bundan iki yıl önce, Ceren yoldaş, TC devletinin işgal saldırılarına karşı savaşırken, Serekaniye-Tıl Temir hattında ölümsüzlüğe yürüdü. Ceren, tarihin durduğu bir zaman aralığında yaşamıştı. Gezi’den Rojava’ya uzanan o kırılma anında kendini tanımlamıştı. Tarihin durduğu bu zaman aralığında, kendisinde tarihi yapma iradesini ortaya çıkaran bir devrimciydi. Tarihin çağrısına yanıt olanlardandı. Ceren yaşadı, ama o, bilindik anlamıyla, yaşayanlardan bir yaşayan; öylesine bir fani, değildi; faildi. O, hem kırılan fay hatları üzerinde yürüme ve açılan dehlizlerin içerisine girebilme cüretini, hem de çürüyen suyu yeni nehirlerle buluşturma azmini, kendinde taşıyan bir komutandı. Bu devrimcilik düsturu, Ceren’den, biz Devrimci Komünarlar’a mirastır.

Devrimci Komünarlar olarak, ölümsüzleştiği günden bugüne değin, Ceren yoldaşın bu mirasını yaşatmaya çalıştık. Onun düşlerini ve hayallerini gerçek kılmak için uğraştık. Bunu varlığımızın gerekçelerinden biri haline getirdik. Öyle ki, o da, hem bir kurucu kadro, hem de öncü bir komutan olarak, Devrimci Komünarlar’ı, kendi varlığının gerekçesi haline getirmişti. Benzerleri yelkenleri indirirken, o “yelkenler fora!” diyebilendi. Cesurdu, atılgandı, disiplinliydi. O bir bütündü. Parçaları kendi pratiğiyle anlamlı kılmayı başaranlardandı. Bu sayededir ki, teorik, siyasal, ideolojik ve askeri olarak her alanda izler bıraktı. Emeği ve alın teri ile bunları yaşamsallaştırdı.

Ceren, teoriyi, kendinde soyut ve salt felsefi bir şey olarak kavramadı hiçbir zaman. Onun için teori entelektüel bir uğraş alanı değildi kesinlikle. O, teoriyi kolektifi için edindi ve yeniden üretmeye çalıştı. Hareket noktası, en somut olan neyse, oydu. Ama yetinmedi. Somut olana başka bir içerik kazandırdı, ona yeni anlamlar yükledi. Öyle ki siyasal bakış açısı da bu duruma uygunluk arz ediyordu. O hiç bir zaman dengelere oynamadı. İçinde bulunduğu zamana uygun ilkeleri dolaşıma soktu; pratikleştirebilmek adına planlar tasarladı, olanca pratik ve somut önermelerde bulundu. Tüm bunların içerisine, sahip olduğu cins bilincini her daim taşımaktan geri durmayan kadın özgürlük mücadelesinin bir neferiydi. Sızlanmadı, böbürlenmedi, kendinden ırak şeylerden bahsetmedi, olmadık zaferlere methiyeler düzmedi; zaferleri oldurabilmek için ne yapılması gerektiğini düşünüyorsa, onu anlattı!

Ancak tüm bunları icra ederken masa başında değildi. Ceren, deneyimin öğrettiği üzere, devrimciliğin, ezilenlerin karşı şiddetinin varlığıyla; silah ve silahlı mücadeleyle koşullu olduğunun bilincindeydi. Şehirde de, kırda da, Rojava düzlüğünde de buna uygun bir pratik sergiledi. Savaş neredeyse o oradaydı; savaşa hep en ileriden, kendi rengiyle dahil oldu. Arap, Kürt, Türk ve Avrupa’nın her yerinden gelen birçok savaşçıya, aynı anda komutanlık yapabilme yeteneğine sahip bir öncüydü. Bunlar onun için öğrenilmiş ya da öğretilmiş basit refleksler değildi. Teorik ve siyasal olarak fikri bütünlüğünün bir sonucuydu. O, fikrini her şeyden öte fünyesine ve mermisine nakşetti ve savaş alanlarına taşıdı. Ceren, kaleminin ve silahının birlikteliğini sağlayan bir komünardı.

O, gündelik yaşamında da bu bütünlüğe uygun bir pratik sergiledi. Yeniden kuruluş sürecinde, emeği ve alınterini, hareketimizin harcına kattı. Herkes dururken o yürüdü; duranlar yürümeye başladığında ise o, koştu. Ceren, “nerede bir doğum sancısı olsa, atlarını oraya süren” şanlı geleneğin; devrimci komünist tarihin bir taşıyıcısıydı. Ceren, hakikati yaşadı. Hakikat için emek verdi. Hakikat için savaştı. Hakikat için bedel ödedi. O bir hakikat savaşçısıydı. Boş zamanlarını değil ömrünü devrime adadı. O yüzden Ceren, tıpkı tüm diğer ölümsüzlerimiz gibi artık hakikatin bir parçasıdır. Hakikat, bir 3 Kasım sabahı, onun ölümsüz bedeninde tecessüm etmiştir. Ceren artık bir birey değildir, o, özdür. Özü özümsemek, kendimizde yaşatmak ise her birimizin görevidir.

Ceren, teorik kavrayışı, siyasal bakış açısı, ideolojik duruşu, gündelik yaşamı, askeri tavrı, sahici pratiği ve tüm bunları bütünleştiren iradesi ile Devrimci Komünarlar’ın kutup yıldızıdır. O, coğrafyamızın tüm halklarını ve emekçilerini özgürleştirecek devrimci savaşın ve bu minvalde yürütülen silahlı mücadelenin ölümsüz bir komutanı; önderlerinden birisidir. O, nasıl ki Paramaz’ın, Bedreddin’in, Aziz’in, Cemre’nin, Mehmet’in ve bir bütün olarak kendisinden öncekilerin açtığı yoldan yürüdüyse, biz de, onun adımladığı ve arşınladığı yoldan yürüyecek, zafere ulaşacağız! And olsun ki, bizim olanı alacak, gökyüzünü de yeryüzünü de özgür kılacağız!

Ceren Güneş Yaşadı, Yaşıyor, Yaşayacak!