DKP/Birlik Temsilcisi Bedreddin Rasih: Biriken öfkeyi, büyüyen isyanı faşist devlete yöneltecek, özgürlüğü kazanacağız!

793

HBDH Genel Konsey Üyesi ve DKP/Birlik Temsilcisi Bedreddin Rasih, “Faşizmi Yıkacağız, Özgürlüğü Kazanacağız” şiarıyla başlattığımız devrimci seferberlik hamlesine ilişkin sorularımızı yanıtladı.

Faşizmi yıkacağız, özgürlüğü kazanacağız kampanyasının amacı nedir?

Dünya çapında, devrimin nesnel koşullarının hiç bu kadar hazır olduğu bir dönem olmadı. Yoksulluk ve sefalete karşı, özgürlük yoksunluğuna karşı dünya çapında biri bitmeden diğeri başlayan isyan dalgaları bunun sonucudur. Ancak nesnel koşulların uygunluğuna rağmen yine hiç bu kadar devrimci güçler, devrim cephesi zayıf ve hazırlıksız olmadı. Biz, işte bu dünyanın, emperyalistler arası güç ve hegemonya çatışma ve mücadelelerinin daha da derinleştirdiği çelişkiler yumağının yaşandığı bir coğrafyanın orta yerindeyiz. Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimcileriz. Faşist devlet, içeride ve dışarıda savaş konsepti ile yol almaya çalışıyor, başta Kürt halkı olmak üzere, gelecek projeksiyonu ile buluşmayan tüm toplumsal muhalefet dinamiklerini bastırmayı ve yok etmeyi hedefliyor. Azami egemenlik, azami kar güdüsü ile işçi sınıfı ve emekçilerin kazanılmış haklarını gasp edip ülkeyi adeta sermaye için dikensiz gül bahçesine dönüştürmek istiyor. İşte tam da bu koşullarda,  HBDH olarak başlattığımız “Faşizmi yıkacağız özgürlüğü kazanacağız” hamlesi; var olan güçler ilişkisine bakıldığında belki zamansız, belki olanaksız, belki de gerçek dışı bulunacaktır.  Fakat tarihte ilk başkaldırıdan bugüne, bu savaşım hep zamansız, olanaksız, gerçek dışı olagelmiştir. Bu hamle kararı; kendiliğinden, kafalarda bir şimşek çakarak alınan bir kararı değil. Emekçilerin, ezilen halkların, kadınların artan özgürlük ihtiyacına, parça parça gelişen itiraz ve direnişlere bir yol oluşturmak içindir. Kaderleri birbirine ve faşist diktatörlüğün yıkılmasına bağlanan Türkiye devrimi ile Kürdistan devrimini yükseltmek içindir. Parçalı direniş odaklarının, mücadelelerin faşizm karşısında bir şansı yoktur. Bir diğer şey ise böylesi bıçağın kemiğe dayandığı zamanlarda, doğru bir hamlenin devrim mücadelesinde bir kaldıraç etkisi yapacağıdır. İşte bu hamle, eğer bizler, öncü çıkışı örgütleyebilirsek faşizmle derdi olan işçileri, emekçileri, Kürt halkını, tüm ezilen ulusal azınlıkları ve inanç sahiplerini, erkek/devlet şiddetine başkaldıran kadınları, özgürlüksüzlük ve geleceksizlik kıskacına alınan gençleri birleşik devrim mücadelesine seferber edecektir. Herkesin, bunun bilincinde olarak hareket etmesi ve bu hamleyi sahiplenmesi gerekir.

Faşist iktidar; işçiye, kadına, gence, çocuğa, doğaya, halklara, kendinden olmayana, kendisine biat etmeyene karşı topyekün bir öldürme, yok etme hamlesi içerisinde. Faşizmin kopkoyu karanlık ve ölümle anılmasının nedeni budur. Dayandığı ideoloji ve sürdürdüğü politikalarla kendisini kitleler nezdinde onaylatmaya, kabul ettirmeye, tahakkümünü-egemenliğini pekiştirmeye çalışmaktadır. Faşist iktidar, yeri geldiğinde bir taraftan kendi siyasal aklını bir taraftan devlet aklını kullanarak hamleler gerçekleştirmektedir. Fakat bu aklın ikisi de aynı kapıya çıkmaktadır: Kendisinden olmayan herkesi bastırma ve yok etme. Özgürlük hamlemiz, faşist kuşatmaya karşı bir kuşatma ve yıkma hamlesidir.

Türkiye, işgal ve savaş konsepti ile ilerlemek istiyor. Yeni Osmanlıcılık diye ifade edeceğimiz, emperyal hayaller doğrultusunda yayılmacı bir strateji izliyor. Bölgede ve içeride savaş ve kriz oluştura oluştura ilerliyor. Kriz yaratarak önündeki engelleri aşmaya çalışıyor. Olağanüstü hal yaratmak, savaş hali ile ilerlemek Türkiye’nin normali olmuştur. Bunu görmeyip her krizden kendiliğindenci bir tarzda isyan beklentisine giren, Erdoğan iktidarını ha yıkıldı ha yıkılacak diye tarifleyen her anlayış kitleleri daha da pasifize edecektir. Krizlerden otomatik isyan dalgası çıkarmaya çalışan solumuz unutmasın ki kriz dinamiğini doğru okuyan bir düşmanı var. Her krizi fırsata çeviren bir düşman. Her sıkışmışlığı, yeni bir kriz yaratarak aşan, çevreleyen bir düşman. Bunun karşısında faşist iktidarın işgal ve savaş konseptini reddeden; doğanın, emekçilerin, kadınların, halkların kırımına karşı silahlı-silahsız mücadelenin tüm araç ve biçimlerini devreye koymaksızın faşist AKP-MHP iktidarını alaşağı edemeyiz. Burjuva faşist devleti yıkmaksızın özgürlüğümüzü kazanamayız. Direniş mevzilerinde, sokakta, alanlarda, barikat başlarında mücadelede olanların mücadelesini ortaklaştırmaya; faşizmin, kendinden olmayana topyekûn saldırısına karşı bütün ezilenlerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin, muhalefetin, sol-sosyalist güçlerin birleşik devrimci ittifakını oluşturmaya ihtiyacımız var. İşte bu yüzden, bugün hiçbir şey bu hamle kadar yaşamsal değildir.

Türkiye ve Bakur Kürdistan’da yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Faşist devlet, bölgesel güç merkezi olarak; bölgede yaşanmakta olan alt üst oluş, emperyalist klikler arası hegemonya mücadelesinin derinleştirdiği bölgedeki çatışma ve savaşlar zemininde beliren fırsatları değerlendirerek, emperyal hayalleri doğrultusunda yayılmacı bir siyaset izliyor. Başur’a ve Rojava’ya dönük işgal saldırısı da, kuşkusuz bölgesel güç merkezi olarak konum ve güç yükseltimi hedefine bağlanır. Ancak bunun yanı sıra Kürt kazanımlarını yok etmeyi beka sorunu olarak görmesinin de payı var. Büyük devlet şovenizmi ile toplumu arkasında yedekleyerek sömürgeci işgalci savaşlarını sürdürüyor. Libya’da, Ermenistan-Karabağ’da, Suriye ve Rojava’da, Irak-Güney Kürdistan’da hem kendi askeri gücü hem de beslediği çeteleriyle halklara karşı kanlı-emperyal bir savaşın yürütücüsüdür. Bölgede ve ülkede DAİŞ zihniyetini ve gücünü yeniden örgütlemektedir. Bu apaçık, çıplak bir gerçek. On binlerce cihadist, TSK-MİT denetiminde askeri, siyasal olarak örgütlenmektedir ve bunların hepsi ülke içinde onlarca üs bölgelerinde cereyan etmektedir. Bu çetelerini nerede, nasıl kullanacağını Suruç’tan biliyoruz, 10 Ekim Ankara Katliamından biliyoruz, Antep’ten, Amed’den, Taksim’den, Reina’dan, Rojava’dan biliyoruz. Hiçbiri bize ne tarih ne mekan ne de coğrafya olarak uzak.

Aynı zamanda bu işgal ve savaş politikası, bir de Türkiye’deki tıkanmış sermaye sınıfına nefes borusu açma, yeni pazarlar yaratma girişimidir. Yeni Osmanlıcılık hayali ile hem kurduğu dil ve söylemler hem de işgal ve savaş politikasıyla; içeriyi devlet bekası ve aklı ile kendisine yedeklemekte, iç siyasal düzeni ve muhalefeti kendi politikası temelinde dizayn etmekte ve hizaya çekmektedir.

Faşizm; işçi sınıfı ve emekçilere düşmandır. Bedeni, kimliği, emeği üzerinde söz sahibi olma arayışı içinde olan; mevcut toplumsal cinsiyet rollerini sorgulayan ve reddeden kadının, ezilen cinsel kimliklerin düşmanıdır. Kendi kaderini kendisi belirlemek isteyen Kürt halkının düşmanıdır. Türk-Sünni ekseninin dışında olan etnik kimlikler ve inançları bastırma, yok etmeyi hedefleyen tekçi yapının ta kendisidir.

Faşist iktidarın yönetiminde, Türkiye halkları ve emekçiler durmaksızın saldırılara, baskılara, işkence ve katliamlara maruz kalmakta; ölüme, açlığa, yoksulluğa mahkûm edilmektedir. Kadınlar, özellikle de patriyarkal kapitalist sistemin sınır çizgilerini ihlal eden kadınlar, erkek/devlet şiddetinin her türlüsünü yaşamakta, adeta bir kadın kırımı ile katledilmekteler. Bugün, burjuva faşist devlet, savaş çığırtkanlığı yaparak, kitleleri emperyal hayaller peşinde koşturarak şoven histeriyle sersemletmektedir. Kürt halkına karşı sömürgeci savaş ve işgal saldırısı ise her daim canlıdır ve ülkenin adeta bir açık hapishaneye dönüştürülmesinin birincil dereceden nedenidir.

Korona salgını ile birlikte ekonomik kriz, her geçen gün daha da derinleşirken AKP-MHP faşist iktidarı, işçi ve emekçileri, yoksulları açlıkla ve ölümle terbiye ediyor. İşçilerin haklarına, emeğine, kıdem tazminatına saldırırken patronların, sermayedarların borçlarını siliyor; vergisini yapılandırıyor; yeni ihalelerle ihya ediyor. Emekçilere, yoksullara daha fazla yoksulluğu ve yoksunluğu, açlığı dayatmakta; patronlara, sermayedarlara ise daha fazla zenginliği ve sömürü imkânlarını sunmaktadır. İşçilerin grev hakkını, yürüyüş hakkını, hak arayışını yok saymakta, engellemekte ve saldırmaktadır.

İşçi sınıfını, güvencesiz çalışmaya mahkûm etmektedir. İşçinin kanını sermayeye dönüştürmekte, intihara sürüklemekte, bedenlerini ateşe vermektedir.

Kuşkusuz burjuva egemenlik biçimlerinin –burjuva demokrasinden faşizme- hiçbirisinde işçi ve emekçiler, ezilen cins ve uluslar için adalet söz konusu değildir. Ancak Erdoğan’ın Saray rejiminde, AKP-MHP faşist iktidarında ise, bu ifrata varmıştır. Emekçilerin hakları ve yaşamları artık tek adamın (ve onun ortağının) ağzından çıkan sözlere bağlanmıştır. Faşist iktidar, KHK’larla muhalif olan herkesi hedef almıştır. Kendisi gibi düşünmeyeni, düşman bellemiş, baroları dağıtmak için yasal düzenleme yapmış, diğer meslek odaları ve tabipler birliğine dönük de saldırı planları hazırlamıştır. En son, kısmi olarak fikir ayrılığına düştüğü Anayasa Mahkemesi’nin yapısında değişiklik yapmayı gündemleştirmiştir. Bunlar, faşist iktidarın, hiçbir çatlağa mahal vermemek için tüm devlet yapı ve kurumlarını tek elde toplama stratejik hedefinin son hamleleridir.

Her gün kadınlar katlediliyor, tecavüze ve tacize uğruyor, şiddet görüyor. Ve kadın katilleri, tecavüzcü ve tacizciler, kadına yönelik şiddetin failleri, faşist devlet tarafından korunuyor, adeta ödüllendirilip sırtları sıvazlanıyor. Kadına karşı uygulanan bu kırım, patriyarkal kapitalizmin doğası gereğidir. Faşist devlet; baba/eş/erkek kardeş/sevgili tarafından çizilen kaderi yaşamak istemeyen ve özgürlük için haykıran kadınları “makul” ve “makbul” kadın sınırlarında tutmak için erkek şiddetine yol veriyor, koruyup kollamanın dışında bizzat üreticisi ve uygulayıcısı oluyor. Patriyarkal kapitalist sistemin bekasını korumak faşist devletin karakteristiğidir. Özgürlük arayışındaki her kadın, aynı zamanda faşist devleti yıkma mücadelesinin öznesidir.

Gençlik; neoliberal politikaların ve faşizmin saldırıları altında yeniden şekillendirilmeye çalışılıyor. Diplomalı-diplomasız gençler, işsizler ordusunun büyük bir bölümünü oluşturmaktadır. Gençlik; sınav cenderesinin içerisinde intihara sürüklenmekte; akademik özgürlükten uzak, eşitsiz, bilimsel olmayan, anadilinden yoksun, gerici-dinci bir eğitim sistemine tabi tutulmakta. Geleceksizlik dışında faşizmin gençliğe verebileceği hiçbir şey yok. Sistem içi tek seçenek/tek gelecek; sömürü çarkının en ağırına adapte olan, faşist devletin bekası için savaş gücü olan bedenler ve beyinlerdir. Derinleşen açlık ve sefaletle birlikte aile geçimini sağlamak için çocuklar, en ağır koşullarda işe koşuluyor. Oyun çağındaki çocuklar kendi yaşam alanlarından uzaklaştırılarak ufak bedenleri sermayenin, patronların boyunduruğu altında sömürülüyor, eziliyor, katlediliyor. Diğer taraftan yoksul çocuklar tarikat yurtlarında tacize, tecavüz ve istismara uğruyor ve bunu yapanlar dinci faşist iktidar tarafından korunup kollanıyor. 18 yıllık iktidarına rağmen faşist Erdoğan, istediği bir gençlik yaratamamış, gençliğin muhalif ve devrimcileşme potansiyelini yok edememiş, isyan damarlarını kesememiştir. Bu dizginlenemeyen, hizaya çekilemeyen gençliğin öfkesi olacak, isyanın dilini kuşanacağız.

Faşizmin önündeki en büyük engelden biri kuşkusuz örgütlü Kürt Özgürlük Hareketi’dir. Sömürgeci faşist devlet, kendi kaderini belirlemek isteyen Kürt halkını bastırıp yok etmeyi hedefleyen asimilasyoncu-soykırımcı bir siyaset izliyor. Kürdistan’ın diğer parçalarındaki kazanımları yok etmeyi kendi beka sorununa bağlayan bir stratejik hat örüyor. Kürt halkının toplumsal, siyasal, örgütsel kazanımlarına en ufak bir tahammülü yok. Kürtlüğünden vazgeçmeyen bir Kürt mü var? Tutukla, baskı uygula, faili meçhule götür, tecavüz et, milliyetçi-ırkçı-şoven histeriyle saldır, öldür! Faşist AKP iktidarının bugünkü pratiğinin en yalın ifadesi bu. Kürdistan’da kayyum siyaseti ile halkın iradesini yok sayıp, halkın iradesine kelepçe vurmaktadır. Kürt kadınlarına dönük, polis, asker başta olmak üzere devleti temsil edenler tarafından geliştirilen tecavüz ve taciz saldırıları, aynı zamanda bir halkı düşürme, düşkünleştirme stratejisinin; sömürgeci, faşist zihniyetin ürünüdür.  Bu bir özel savaş konseptidir. Nerede bir Kürt kazanımı var, sömürgeci faşist TC oraya saldırıyor. Şengal’de, Başur’da, Rojava’da geliştirdiği ittifaklarla Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme, Kürdistan’ı işgal saldırıları bu kapsamdadır.

Bu topyekûn saldırı ve kuşatmalara rağmen ne işçi sınıfının, ne kadının, ne gençliğin, ne ezilenlerin ne ötekileştirilenlerin ne de halkların direnişini, isyanını, mücadelesini, öfkesini durduramamaktadır, durduramayacaktır.

Birleşik devrim güçleri, mücadelelerini nasıl sürdürecek, kampanyayı büyütecek devrimci seferberlik nasıl gelişebilir?

Tarihin ve insanlığın bir hafızası var. Sistem bu hafızayı kendine göre şekillendirip, kitleleri etkisiz-uyuşuk kılmaktadır. Hafızalardaki ve yaşamdaki bu uyuşukluk tarihin tekerrürünü koşullar; bu sömürü düzeninin sürgit devamını sağlar. Ancak ezilenlerin de bir tarihi vardır: Direniş ve başkaldırıların tarihi. Sarayların, saltanatların yıkıldığı bir tarih. Ya faşist diktatörlük, tüm toplumsal mücadele dinamiklerini yok edecek ve kurumsallaşmasını sağlamlaştırarak kendisini mümkün kılacak ya da onun karşısında birleşik devrimci mücadeleyi yükselterek devrimi mümkün hale getirecek; işçi ve emekçilerin, ezilen halkların baharını örgütleyeceğiz. Hamlemizin amacı, faşizme karşı birleşik devrim mücadelesini yükseltmek ve devrimin mümkünlüğünü gerçekleştirmektir.

Faşizmi yıkma mücadelesi ve hamlesi; aynı zamanda, eğer biz devrimci özneler hakkını verebilir ve pratikleştirebilirsek, geleceği bugünden inşa etme ve kuruculuk hamlesidir. Birleşik devrimci ruhun ve eylemin yaratımıdır. Bu hamle, ’71 devrimci kopuşunun, Gezi’nin, 6-8 Ekim Serhildanı’nın ruhu ve eylemi olmalıdır. Bu bir başlangıç adımıyla birlikte özgürlüğe cüret eden bir sıçrayış olmalıdır. Bu küçük kıvılcımlar, yakılacak zafer ateşinin kıvılcımları olacaktır.

Bu hamle çerçevesinde, dışsal bir mantık ve kuvvet ile değil tüm mücadele alan ve dinamiklerini müşterekleştiren, kendilerini mücadele ederken inşa eden, düşünen ve eyleme geçen olmalıyız. Kuşkusuz bunun önünü açacak olan öncü çıkışı örgütlemede, faşist devleti yıkmayı hedefleyen mücadelemizin sivri ucunu devrimci şiddet oluşturmaktadır. Düşmanımız tepeden tırnağa örgütlü, militer ve paramiliter güçleri ile her türlü devrimci çıkışı yok etmeyi hedefliyor. O halde biz de işçi, emekçi, kadın, Kürt düşmanı bu sistemi ekonomik, siyasi, askeri, idari tüm yapı ve kurumları ile birlikte (sivil uzantıları da dahil) hedeflemek zorundayız. Öncü gerilla ve milis eylemlerimizle devrimci kitle şiddetinin önünü açmalıyız. Bu yönde atacağımız mütevazı adımların bile bir karşılığı olacak, faşizme karşı öfke dolu gençleri ve kadınları, işçileri ve emekçileri mobilize edecektir. Bu bir iddianın ötesinde, birleşik devrim mücadelesinin ruhunu, eylemini yaratacak örgütlenme ağlarını ete kemiğe büründürmemizi sağlayacaktır.

Birleşik devrim milisleri, faşist iktidarın tüm kurum ve kuruluşlarını, patronları, çeteleri hedef alıp etkisiz hale getirmelidir; hiçbir yerdeyken her yerde olmalıdır. Hedefine kilitlenen bir devrim savaşçısının eylem kapasitesi ve hayal gücü sınırsızdır.

İşçilere, emekçilere, kadınlara, gençlere çağrınız nedir?

Şunu unutmamak gerekir ki, koşullar insanı oluşturduğu gibi insanlar da koşulları oluşturur. Önümüzde iki seçenek var. Ya özgürlük ya faşizmin kopkoyu karanlığı. Bu, neyi tercih edeceğimize bağlı. Faşizm, bizden bağımsız kendisini kurumsallaştırmıyor. Bizim devre dışı olduğumuz bir denklem yok; olaylar dışımızda cereyan etmiyor. Tam da yaşanılan o karanlık an, önümüzde zuhur ediyor. Biz işçiler, emekçiler, ezilen halklar, kadınlar, gençler ona karşı koyuşu örgütleyemediğimiz için bu saldırıları yapabiliyor ve dimdik ayakta.  Bunun karşısında, Marx’ın dediği gibi; bir hayalet dolaşabilirse, bir hayalet dolaştırabilirsek, işte o zaman gecelerine de gündüzlerine de korku dağları inecek. Bizim sesimiz henüz cılız çıkıyor olmasına rağmen, bu hayalet bugün faşizmin en korkulu rüyasıdır. Çünkü bu hayalet fabrikalardan, tersanelerden, madenlerden sokaklara mücadele veren işçilerin; okul sıralarından sokaklara mücadele eden gençliğin; yaşamın her alanından sokaklara akan kadınların; açlıkla, sefaletle terbiye edilmeye karşı haykıran insanların; zulme karşı adalet, özgürlük, eşitlik kavgasını verenlerin; doğanın, yaşamın talanına karşı yaşam alanlarını savunanların; Gezi’nin, Kobanê’nin hayaletidir. Ve bu hayalet, faşist iktidarı sarsacak, onu alaşağı edecek somut bir gerçekliktir. İşte bizim çağrımız da bu hayaleti, umudu harekete geçirme çağrısıdır. “Faşizmi Yıkacağız, Özgürlüğü Kazanacağız” şiarı ile başlattığımız yürüyüşümüz bir özgürlük yürüyüşüdür, yeryüzünü ve göğü fethe çıkmadır. Bugünkü durumu, hali, ortadan kaldıracak hareketin kendisidir.

Emeğini, alın terini savunan işçiler; patriyarkal kapitalist sistemin sınırlarına sığmayıp “kendimize ait bir oda yetmez biz dünyayı istiyoruz” diyen kadınlar; özgürlük isteyen, sömürgeci faşist işgale karşı kendi kaderini belirlemek için mücadele eden, iradesi ve kimliği ile dimdik ayakta olan Kürt halkı;  özgür, eşit, adil bir dünyanın mücadelesini veren gençler; “biz de varız, buradayız” diyen bir LGBTİ+ bireyler; doğanın ve canlıların ölümüne, talanına karşı toprağını, havasını, suyunu, ağaçlarını, yaşamını savunanlar; kentsel dönüşümle yaşam alanlarından zorla kopartılanlar faşizme karşı, birleşik devrim mücadelesini büyütecektir. Biriken öfkeyi, isyanı faşist iktidara-sermayeye yöneltecek, özgürlüğü kazanacağız!

Kaynak: www.hbdh-online.org

CEVAP VER

Please enter your comment!
Adınızı buraya yazınız