Sorumuz şudur: Bugün Türkiye sosyalist hareketinin devrimci bir evreni var mıdır? Sorumuz bir adım daha ileri gider ve şunu sorar: Devrimciliğin bir akım olarak hayat alanlarına giriş yapmadığı siyaset pratiklerinde, bir olgu olarak devrimci yapılardan söz edilebilir mi?

Devrimci olma bir imkanı yeniden üretme ve kendi seyrini belirleme cüreti olmaktan çıkıp varoluşsal bir tanım sorununa dönüştüğü koşullarda devrimciliği belirleyecek kurucu siyasetimiz hangi saiklerce belirlenecektir? Bugün devrimcilik yapma isteğimizle, arzumuzla kendimize bir yol yapma arasındaki gerilimin orta yerinde olduğumuz da aşikar. Aşikar olan bununla sınırlı değil: Bugünün ruhunu, algısını ve duygusunu durmadan kurmaya çalışan liberal hegemonik siyasetin sinikleştiridiği ve belli düzeyde özgüvenden yoksun kıldığı yıkıcı bir kuşatma da aşikar. Ama 20. yüzyılın ve Türkiye’nin kolektif biliçaltından sıyrılıp gelen devrimci deneyimlerimiz de aşikar. Demek ki bugün devrimiciliği bir anı olmaktan çıkartıp tarihin devrimci yıllarını yeniden çağırmak ve devrimciliği bir akım haline getirmekle karşı karşıyayız.

Bu bakımdan devrimcilik bireylerin ve öbeklerin kendini örgütleme “hikaye”lerinden fazla ve farklı birşey. Bu farkı anlamak devrim uğruna bir yola çıkmak için büyük öneme sahip. Kendi yolumuzu yapmak ama bunu devrimcilik yapma isteği olan bütün insanlarla, kolektif bir yol hikayesine dönüştürerek yapmak, bizim yolumuzu açacak biricik olanaktır. Devrimcilik bireylerin ve öbeklerin kendi “destan”larını, hikayelerini yazma işi değildir. Devrimcilik bir yol açma işidir, kendinden dışına doğru taşma eylemidir. Taşarken toplumsal alanların kırılgan noktalarına temas edip o kırılgan teması büyüterek yolu genişletmektir. Devrimci cesaret ve cüret devrimci bir marifete, bir kuruculuğa doğru seyretmediği sürece kendimizin devrimcileri olarak kalmaya mahkum oluruz. Önemli olan bizim devrimci olmamız değil hayatın devrimcileşmesidir. İşte devrimciliğin yeniden bir akım haline gelmesi bu bakımdan büyük öneme sahip.

Kendi hikayelerimizden çıkarak yol açmak
Bu yazdıklarımızdan hareketle şu sorunun yanıtını arayacağız: Türkiye Devrimci Hareketi’nin bir birlik sorunu var mı? Bu sorunun bizim açımızdan yanıtı kesinlikle “evet”tir. Biz kendi hikayemizi devrimci hareketin tüm öbeklerini buluşturacak bir yol açma, bulma arayışı, çabası olarak değerlendiriyoruz. Yakın zamanda Devrimci Karargah partimize katılım kararı aldı ve birleştik. Şimdi bu yol açma arayışımızı daha da güçlenmiş olarak sürdüreceğiz. Bu buluşmayla kendi hikayelerimizden çıktık. Devrimci Karargah’la kendi hikayelerimizden çıkarak oluşturduğumuz sentez üzerinden devrimci hareket içinde bir tartışma yürütmek istiyoruz. Devrimci parti ve çevreler arasındaki ilişkilerde, birlik ve ayrılık sorunlarına yaklaşımda yeni bir tarzın hakim olmasını istiyor, bunu örgütlemeye çalışıyoruz.

Burjuva dünyada esas olan rekabet ve güç ilişkileridir. Birlik tartışmaları, çoğunlukla bu yönelim içerisine giren öznelerin birbirlerinin ileri olan yönleri üzerinden kavradıkları bir süreç olarak örgütlenmemektedir. Birlik ve ayrışma tartışmaları çoğunlukla, pazarlık ve burjuvazinin amentüsü olan değer yasası üzerinden yürümektedir. Nicelik esastır bu dünyada. Ve terazinin kefesine konulan sayısal büyüklüklerdir. Bu mantık silsilesi hakim olduğu müddetçe, birlik tartışmaları hükmetme ve yutma ilişkisi olarak kodlanır, böyle de işletilir. Bu şu demektir: Devrimci harekette birlik ve ayrışma konuları burjuva sınıfın kavram setleri üzerinden tartışılmaktadır. Küçük devrimci bir öbeğin bilinen hacimce daha cüsseli -neye göre cüsseli bu da belirsizdir- bir parti veya örgüte katılım yaptığında, daha cüsseli olan örgüt “falancalar da bize katıldı” diyerek bir böbürlenme konusu haline getirir. Gerçekte etrafa biz şu grubu/örgütü/partiyi yuttuk, mesajı vermiş olurlar. Baştan söylemiş olalım bu dili, kültürü reddediyoruz! DKP, Devrimci Karargah’tan yoldaşlarımızla, Devrimci Karargah’ın Orhan Yılmazkaya şahsında somutlaşmış olan mücadele deneyimi ve birikimiyle birlikte daha da büyümüştür.

DKP’nin oluşum süreci, en son Devrimci Karargah’ın da bu birliğe katılımı, birlik deneyimi ve pratiği olarak önemlidir. Bu süreç tüm yönleriyle devrimci hareket için birlik ve ayrılıklar üzerine eğitim konusu haline gelmelidir. Devrimci harekette tabandan gelişen bir birlik dinamiği var. Devrim mücadelesini büyütme iddiasını taşıyan hiçbir öznenin önüne geçemeyeceği bir dinamiktir bu. Biz devrim yapma iddiasındaysak bu dinamiğe gözümüzü kapatamayız. Devrimci Komünarlar olarak, tüm devrimci siyasal güçlerle birleşmek istiyor ve bunun çabasını gösteriyoruz. Birleşmeyi katılım olarak anlamıyoruz. Bir yere katılmak gerekiyorsa biz herkesten önce bizden ileri olan kim varsa, o mevzilere katılacağımızı parti kongremizde karara bağladık. Ve tüm güçlere partimizin böyle bir daveti tereddütsüz kabul edeceğini ilan ettik. Yine kongremizde devrimci parti ve örgütlere katılım çağrısı da yaptık. Bu ifadeyi düzeltelim istiyoruz; -kişi, çevre veya örgüt- kimseye katılım çağrısı yapmıyoruz. Devrimci güçlere, sınıf mücadelesini devrimci savaşı büyüterek devrime birlikte yürüme çağrısı yapıyoruz.

DKP’de simgeleşen birlik anlayışımız devrimci harekette hakim olan bürokratizmden kopuşun da ifadesidir. Asla mezhepçi yaklaşmadık, yaklaşmıyoruz. Asla dar grup diplomasisi yürütmedik, yürütmüyoruz. Asla küçük esnaf hesabıyla bir bizden, bir onlardan veya biz büyüğüz pastanın büyüğü bize anlayışıyla yaklaşmadık, yaklaşmıyoruz. Biz komünist devrimcileriz! Varlık amacımız sınıfsız, sınırsız, özgür bir toplumun yolunu açacak olan devrimi gerçekleştirmektir. Bu anlamda yaşamımızda değer yasasının tüm ölçütlerini reddediyor, değer yasasına gönderme yapan tüm cümleleri hükümsüz kılarak ilerliyoruz/ilerleyeceğiz. DKP’yi oluşturmak için ilk yola çıktığımızda tek bir ilke belirledik: Bir araya gelen partilerin ortalamasını alarak bir birlik oluşturmayacağız. En ileri yanlarımızı esas alacağız. Kim hangi alan veya konuda ilerideyse birliğimiz o alan veya konuda bu ileri olanın ekseninde buluşacak. İşte bu ilke, birliği pazarlık unsuru olmaktan çıkarmış olan ilkedir.

Tarihsel haklılığımızdır bizi güçlü kılan
Boşluktan gelmedik bir tarihten geliyoruz ve bu tarihin içindeyiz. Bütün sorunlara rağmen var olmamız ve bu zayıf halimize rağmen tüm gerici ve faşist güçlerin politika yaparken bizi bir tehdit unsuru olarak parametreye dahil ediyor olmaları, biz farkında olalım olmayalım, bir güç olduğumuzun açık kanıtıdır. Bu parçalı ve cılız maddi varlığımızla devasa boyutlardaki egemen kesimleri korkutuyor olmamız, taşıdığımız yıkıcı yaratıcı güçle, tarihimizle ilgilidir. Bugün maddi güç olarak ne kadar zayıfsak, bu zayıflığımızla kıyas kabul etmez muazzam bir tarihsel güce sahibiz.
Güç olmamızın bir diğer göstegesi, her şeye rağmen, bugün en zayıf halimizde bile bu azgın ve kanlı güçler önünde, bir an bile diz çökmeden devrim bayrağımızı hiç yere düşürmeden dik tutmuş olmamızdır. Burjuvazi ve onun faşist devleti şunu çok iyi biliyor ki, sınıfsal/toplumsal bir kaynama noktasında devrimci hareketin bir dokunuşuyla bir isyanın/ayaklanmanın kapısı çok rahatlıkla aralanabiliyor. Gazi Katliamı’na devrimci hareket bu dokunuşu yapabilmiştir örneğin. Yakın zamanda ise bir Gezi isyanı yaşadık. Hiç beklenmeyen bir anda birikmiş olan öfkeyle, henüz cılız da olsa protestodan direnişe doğru evrilmeye başlayan dalgayla devrimci hareketin buluşması muazzam bir enerjinin açığa çıkmasını sağlayabiliyor. Gezi’de devrimci hareket bu potansiyelinin farkına çok varmadan konumlanmıştır. Ancak yine de “marjinal”liği örgütleyebilmiş ve devrimci şiddeti kitleselleştirerek devletin sınır çizgilerini zorlayabilmiştir. Milyonların isyanıyla Gezi, somut olarak hem devasa gücümüzü hem de devasa güçsüzlüğümüzü, iflah olmaz dar grup evrenimizin hastalıklarını somut olarak bizlere göstermiştir. Biz tarihsel haklılığımızın ve gücümüzün rüzgarını arkamıza alacak şekilde iç evrenlerimizi parçalamanın arayışı içerisindeyiz. Bu iç evren adeta bir fasit daire. Işte biz, içinde bulunduğumuz bu fasit daireyi nasıl kırabileceğimizi, devrimci hareketin tüm diri birikimini nasıl buluşturabileceğimizi tartışmak istiyoruz.
Haklı olan, geleceği temsil eden biziz! Bu halk özgürlük, eşitlik, adalet arayarak her ayağa kalktığında daha önce olduğu gibi bizim sembollerimiz ve şiarlarımızla ayaklanacaktır. Başka bir eğilimin böylesi ne bir tarihi ne de küçük bir sembolü vardır! Dinci faşistler ve millici faşistlerin, liberallerin, Kemalistlerin bu toplum için ödedikleri bir bedel, yarattıkları bir değer yoktur. Yeni bir özgürlük dalgası yükseldiğinde gene kitleler, Deniz, Mahir, İbrahim’in resimleri ve sloganlarıyla yürüyecekler.

Mevcut halimizin yanısıra tarihsel ve potansiyel gücümüzle biz aslında iki biziz! O halde bu birbiriyle buluşmayan iki kol gibi akan nehri buluşturacak ve öne çıkacak her engeli yıkıp geçecek taşkın bir nehre dönüştürecek siyaseti nasıl kuracağız? Somut “biz”, mevcut zayıf, dağınık ve atomize olmuş halimizle parçalı varoluşumuzdur. Devrimci Komünarlar olarak, bu somut “biz”e gözümüzü kapatmıyor, devrimci tüm dinamiklerin buluşmasını önceliyoruz. Diğer yandan tarihsel olarak kanla ve emekle yoğrulmuş büyük devrimci geleneğin temsilcisi bir “biz” var. Biz, hem tek tek zayıf ve ektisiz örgütleriz hemde tüm düzen güçlerini korkutan hak aradığında ayağa kalkan milyonların bayrağıyız. Siyaseti bu iki “biz”i diyalektik bir bütünlük oluşturup devrime önderlik edecek devrimci özneyi inşa etme üzerine kurmak zorundayız.

İleri, devrimci olan kimde ve neredeyse o bizimdir!
Herhangi bir devrimci müfrezemiz, bu kimden olursa olsun, bir buzkıran gibi, önden atılımlarla tüm devrimci hareketi ileri çektiğinde farkında olalım veya olmayalım bizi ve bütünü ileri bir çizgiye çekmiş olur. Devrimci öncülük denilen bayağı böbürlenme ve sıradan iddiacılıktan öteye tam da böyle bir gerçekliktir. Devrimci hareketimizin bir bölüğü, bir fraksiyonu mevcut olandan daha ileri teorik-partik bir hat oluşturursa, yeni bir alan açarsa bu bizimdir. Devrimci hareketi ileri sıçratacak bütünlüklü teorik pratik bir adımı kim atıyorsa, bu müthiş devrimci adımdır ve bizim öncümüzdür, büyük bir moralle onun bu adımıyla buluşacağız. Bu zaten bizizdir, devrimciysek böyledir. “Biz” diye kendilerine küçük dünyalar kuranlar, buradan dışındaki dünyaya bakanlar devrimci olamaz. Zira devrimcilik bambaşka ufukları ve büyük ütopyaları gerektirir. Bütün insanlığı din, dil, cins, renk ayırmadan birleştireceğiz, tüm sınırları ve sınıfları ortadan kaldıracağız, iddiasında olanların kendi farkındalıkları olmak zorundadır. Bu iddialardan -komünizim ve devrim iddiası budur- ya vaz geçeceksiniz yada küçük dükkancılıktan vazgeçeceksiniz. İkisi tam bir garabettir. Ve ama ne yazık ki, mevcut devrimci mahallemizin, “biz”in, durumudur.

Bizim bu mevcut “biz”le bir problemimiz var. Bunca kelamımız bu yüzdendir. Biz Devrimci Komünarlar olarak, kendimizi değiştirip dönüştürürken ve büyük bir savaşa hazırlarken aynı zamanda devrimci hareketin, yani mahallemizin dağınıklığı ve atomize olmuş haliyle de ilgiliyiz. Gücümüzün ve enerjimizin çoğunu devrimciliğin ortak değer ve alanlarının güçlenmesi için harcıyoruz ve harcamaya devam edeceğiz. Emperyalist kapitalist sistemle, faşist devletle girişmiş olduğumuz bu büyük savaş başka türlü kazanılamaz. Grupçuluk düzendir ve grupçuluğun hakim olduğu dünyanın tüm kazanımları olsa olsa kapitalist sistemi güçlendirir. Mahalle yanıyor ve ateş her bir tarafı kaplamışsa, kimse sadece kendi evini kurtaramaz.

Nasıl ki yangını bulunduğumuz konumda ve verili olanaklarla engelleyemezsek, saldırıları da aynı tarzda kendi örgütlerimize daralarak karşılayamayız. Ayrıca sorun artık boyut değiştirdi, saldırıları ulusal sınırlara daralarak bile karşılayamayız. Diğer yandan sorunumuz karşılamak ve direnmekle sınırlı da değildir. Böyle bakarsak da kaybederiz. Savaşı direniş ekseninde değil, kapitalist sistemi yıkmak ve nihai zafere doğru yol almak için topyekün devrimci taarruza hazırlanmak zorundayız. Bugün devrimciliği, sekt grup yapılarımıza ve dar direnişçiliğe daralmadan ayaklarımızı yerele sağlam basarak, ancak bölgesel ve evrensel planda kurgulamalıyız. Her büyük başlangıç küçük bir adımla başlar. Bunu unutmayacağız. Komünizm evrenseldir ama ayağımızı yerden kesersek, kendi yerelimizin sorunlarından koparsak boşluğa düşer, oportünizme doğru yol alırız.

Biz bu eleştirdiğimiz ortamın veya gerçekliğin tam içindeyiz. Ve her güçle aynı durumdayız. Tek farkımız farkındalığımızdır, biz kendi somut varlığımızın farkındayız. Tek ileri yönümüz ve farkımız budur. Biz faydacı değiliz ve dünyaya ve yaşama kendi küçük penceremizden bakmıyoruz. Bir tutam ot için bir mahalleyi yakanlardan değiliz. Bize biraz kar getirsin gerisi yıkılsıncılardan değiliz. Biz bir görüntü peşinde değiliz. Biz büyük ve kıran kırana bir savaşa hazırlanıyoruz. Bugün, bu yangın yerinde, bu savaş coğrafyasında görüntünün hükmü geçmez. Sıradan solculuk görüntüyle idare edebilir ve belirli bir dönem ve belirli koşullarda bu etkili de olabilirdi, ama bugünün dünyasında Ortadoğu’da sahtelik on para etmez. Kıran kırana güçlerin çarpıştığı ve kapıştığı bu ortamda salt propagandif güç, güç değildir. Savaş gerçekliktir ve gerçekliğin dönüştürücüsü ve yeniden inşacısı da gerçek güçler olabilir. Biz kendini kandıranlardan olamayız. Savaş ve devrim bugün içiçedir. Bu, bizim tercihimiz değil taş gibi bir gerçekliktir. Devrim sözcüğünü ağzına alanlar, savaş gücü olmak zorundalar.

Anlatılan bizim hikayemizdir
DKP bir birliken doğmuştur ve eski örgütler artık tarih olmuştur. Bir daha eski örgütlere dönüş mümkün değildir. Ama birliği sadece bu yönüyle okumak, böyle anlamak da eksiktir. DKP, daha büyük bir grup mu olacaktır, yoksa devrimci bir kopuş gerçekleştirip gruplar evreninden çıkıp devrim yapma iddiasını taşıyan devrimci bir özne olmaya sıçrayacak mıdır? Tüm meselemiz budur.

Aslında kendimiz üzerinden konuşmaya çalıştığımız sorun bizi de içeren ama aynı zamanda bizi aşan bir sorundur. Devrimcliği bir imkan olarak yeniden örgütlemek onu tutarlı ve kendinin farkında olan partiye, parti gibi savaşan partiye dönüştürmek, öncü olmanın hakkını veren bir eylem alanına dönüştürmek devrimcileşme sorununun temel sorunudur. Ve bu, devrimci olduğunu idda eden bütün öbekler için bağlayıcı, kolektif bir sorundur. Biz bu sorundan kaçmayacağız. Yokmuş gibi davanmayacağız. Biz devrimcileşme sorununun bir parçası olduğumuza göre devrimcileşmenin de imkanının bir parçası olarak kendimizi, örgütsel ilişkiler sisitemimizi ve daha önemlisi failliğimizi yeniden tasarlayacağız. Hayatı deneyimlemek ve buna her anlamda cüret etmek, kendini yeniden yeniden keşfetmektir. Her deneyimi bir keşfe dönüştürme bir maharet işidir. Maharetimizi devrimciliğimizde aramaktan, hayata ve kendimize sorular sormaktan korkmaycağız. Biz dünyanın farklı coğrafyalarında dünyayı devrimcileştirmek isteyen, büyük isyanın, kalkışmaların ve sınıf hareketlerinin asli parçasıyız ve bileşeniyiz. Biz dünyayı değiştirmek istiyoruz. Failliğimizde ifadesini bulan bu devindirici güç, bizim varoluş sebebimizdir.

Dünyanın acı çekilen bir yer olması nedenselliğimizdir. Bizi dünyanın her hangi bir yerinde inşa eden nedenselliğimizle varoluşumuz arasındaki yıkıcı ilişki, dünyaya müdahale etme şeklimizin ve araçlarımızın da bir açıklamasıdır. Bu yüzden solculuğu ” radikal” kurgudan kurtarmak ve onu devrimci evrenimiz içinde yeniden tasarlamak “radikal” gramer yerine, devrimci bir gramere bağlamak, bugün ideolojik olarak büyük önem taşıyor. Verili derimciliği “solculuk”tan, solculuğu piyasa solculuğundan ve liberal sayıklamalardan kurtarmak için göstereceğimiz çaba geleceği ele geçirme mücadelemizin en önemli eşiklerinden biridir.

Her kehanet kendini gerçekleştirmez ama, biz bir kez dünyaya bir kehanette bulunmuşsak, daha önce çok kez olduğu gibi, bu kehanet kendini gerçekleştirecektir. Kendini gerçekleştiren o kehanet, dünyanın devrimci yıllarının yeniden gelmesidir. Bu yüzden bizim devrimciler arasında birliğe yaklaşımımız sayısal bir öbek oluşturmak değildir. Devrimciliğin yeni imkanlarını arama girişimidir. Sadece devrimciliği bir imkan haline getirme de değil kendi yolumuzu yapma ve yürüme girişimidir. Bu bakımdan her devrimci birikim bizim için büyük kıymet biriktirme sorunudur…

Devrimimizin yakıcılaşan ihtiyacı bugün güçlü bir niteliği oluşturma, buluşturmadır. Devrimci komünarlar olarak biz, tüm devrimci odaklarla birliği bu perspektif ışığında değerlendiriyoruz. Mesele, kimin ne kadar gücü var, on zayıftan bir şişman oluşturma sorunu değil TDH’nin devrimci savaşımı yükseltme potansiyellerini, dinamiklerini bütünüyle açığa çıkarma, harekete geçirme meselesidir. Mesele devrime yol olmak, devrime yürümektir!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Adınızı buraya yazınız